“Arven Danimarka ile ilgili bir şeyler öğrendi. Önemli olan konuyu öğrenmesini engelledim fakat kızım Mina gerçekleri biliyor. Arven’e gerçekleri anlatmaması için onu uzak tutmaya çalışacağız. Hazırda olsanız iyi edersiniz.”
Telefonun ucundaki adam “Sen ne dediğinin farkında mısın Aida? Arven gerçekleri öğrenmemeli. Gerekirse kızını ortadan kaldır ama Arven’in gerçeklerden uzak olmasını sağla. Ben üç gün sonra Türkiye’ye geleceğim ben gelene kadar ne yap et bilgiyi koru.”
“Tamam. Tüm tedbirleri alıyorum…”
“Tatlım ilaçlarını içtin mi bakalım sen?” dedi babası Arven’e
“Evet, içtim ama daha önemli bir konumuz var. Şu gördüğün bardakta mısır gibi mesela. Derhal ondan almak istiyorum nasıl canım çekti anlatamam.” Babası gülümsedi bir elini cebine atarak seyyar satıcıya doğru yürümeye başladılar. “Merhaba bana en büyük boydan hazırlar mısınız? İçerisinde mayonez olmasın lütfen!”
“tabi Efendim derhal hazırlıyorum” Genç adam Arven’in istediği şekilde siparişi hazırlayıp takdim etmişti sıra para ödemeye geldiğinde Arven mısırı kaşıklayarak gözüyle babasını işaret etti ve yavaş adımlarla yürüyerek oradan ayrıldı.
“Ne kadar borcumuz?” Genç adam güler yüzle “Altı Türk Lirası Efendim.” parayı alan satıcı sözüne devam eti “teşekkürler, afiyet olsun”
Tehlikenin farkında olan Arven’in babası düşünceli ve telaşlı gözlerle kızını gözlüyor yavaş adımlarla onu takip ediyordu. Arven mısır yerken bir yandan da kitabın devamının neden olmadığını düşünüyordu. Sanki birisi özellikle o bölümü imha etmişti. Çok geçmeden dere kenarındaki bir bankta Mina’yı gördüler. Bir grup eşkâli bozuk kendi yaşıtı kişilerle gazeteye sarılı içecekler içiyorlardı. Ürkütücü kahkahaları negatif bir dalgalanma oluşturuyordu. Yiyip içtikleri gıdaların çöpleri de dereyi ziyadesiyle kirletiyordu.
“Baba şuradaki Mina değil mi?” dikkatle grup halinde oturan gençleri süzdü Arven’in babası ve “kahretsin bu iğrenç tiplerden uzak durması için yıllardır mücadele veriyorum yine onlarla birlikte buraya gelmiş.” Dedi ve bir hışımla Mina’ya doğru yöneldi adam.
“Mina! Ne yapıyorsun orada?” Arven’in sesini işiten Mina ayağa kalkarak yanındakilere “bu benim sümsük ablam yanındaki de babacık” dedi alayla. Herkes büyük bir gürültüyle gülmeye başlamıştı.
“Vay! Babacık sümsük kızını almış gezdiriyorsun. Ne o? Çişe mi çıkardın kızcığını?”
“Mina, derhal eve gidiyoruz. Kendinde değilsin leş gibi de alkol kokuyorsun.”
“Yok be babacık kafa dağıtıyoruz sadece”
“Mina!” dedi adam öfkeli bir ses tonuyla “derhal bizimle geliyorsun”
“Yeter be hiçbir yere gelmiyorum şu beslemeni de al evinize gidin öz çocuğunuzla sonra ilgilenirsiniz.”
“Sen neler diyorsun Mina babamızı küçük düşürüyorsun.”
“Baba benim babam sana ne sığıntı kaltak” Babası şamarı Mina’ya patlatmıştı.
“Arven hadi gidelim kardeşinin aklı başına gelince gelir belki evine” dedi babası büyük bir kırgınlıkla. Arven’in kafası iyice karışmıştı. Ne demek benim babam, ne demek sığıntı, ne demek besleme Arven’in bilmediği bir şeyler dönüyordu ama ne yapıp edip bunu öğrenecekti. Babasıyla birlikte oradan ayrıldılar.
Arabaya bindiklerinde “baba Mina neden öyle konuşuyor, kaç zamandır bana bir şeyler anlatmak istiyor ama ben anlayamıyorum benden ne saklıyorsunuz?”
“Senden bir şey sakladığımız filan yok Arven. Kardeşinin halini sende gördün alkol almış ve zihni bulanıklaşmış ne dediğinden haberi bile yok. Böyle şeyleri kafana takıp sıkıntıya sokma kendini.” Arven tatmin olmamıştı. Anne babası bir şeyler saklıyorlardı. Günlerdir ikisinin durumu da çok acayipti. Yıllardır tanıdığı ailesine bir şey olmuş olmalıydı gidişat çok anormal ve garipti. Eve geldiklerinde Arven ayakkabılarını öfkeyle çıkarıp verandanın bir ucuna fırlatmıştı.
“Neler oluyor Arven, ne oldu?” Annesinin yüzüne dahi bakmadan odasına çıktı. Geriden gelen Arven’in babası eliyle sus işareti yaparak karısının yanına geldi.
“Mina tehlikeyi körüklüyor hayatım. Arven’i uzaklaştırmak zorundayız” Arven odasının camından alt katta konuşan anne babasını dinliyordu.
“Ametistya gezegeninden birisi dünyadaydı. Arven için onunla konuştun mu?”
“Evet, bugün kendisini aradım. Üç gün sonra Türkiye’ye geleceğini söyledi. Gerekirse Mina’dan kurtulun ama Arven’den gerçekleri saklayın dedi. Bilemiyorum hayatım acaba Arven’i alıp Çanakkale’ye mi gitsen. Bir süre ikisini uzak tutalım Arven’in telefonu yok Mina ona haber veremez böylece. Yetkili geldiğinde de o gerekeni yapar ne dersin?”
“Lanet olsun neler dönüyor bu evde? Ametistya da ne? Amerikan dizilerine mi sardı bunlar bu ara, neyin kafasındalar acaba? Sanırım ya ailem ya da ben kafayı yemeye başladım.” Dedi Arven şaşkınlıkla anne babasını dinledikten sonra.
Saat gece ikiyi bulduğu sırada büyük bir gürültü kopmuştu evde. Arven yatağından sıçrayarak odasından çıktı ve tırabzanlara gelip alt katta olanları dinlemeye başladı. Gelen Mina’dan başkası değildi. Sağa sola vuruyor, eşyaları kırıp parçalıyor, anne ve babası da ona engel olmaya çalışıyordu. “O lanet yaratığı artık evimde istemiyorum. Siktirsin gitsin!” Merdivenlerden koşarak Arven indi.
“Yeter artık Mina senin bu yaptığını düşman düşmana yapmaz, ablanım ben senin. Ne kızım senin benimle alıp veremediğin?” Büyük bir kahkaha atıp Arven ile göz göze geldi Mina “Sersem, sen dünyalı bile değilsin. Ne ablası?” O sırada babası ağzını kapattı ve Mina’yı zapt etmeye çalışıyordu.
“Baba Mina’nın ağzını kapatma. Yeter artık kaç gündür bu evde bir haltlar dönüyor ve bu benimle ilgili bir şey olmasına rağmen ne hikmetse bilmeyen tek kişi benim. Bugün annemle Ametistya gezegeninden filan bahsettiniz neler olduğunu artık bilmek istiyorum.” Annesi o ara mutfağa gitmişti. Babası ne diyeceğini düşünüp duruyordu Arven’in ise gözleri yerinden fırlayacak gibi olmuştu. Mina babasından kurtulup “Hadi babacık anlat gerçekleri” diye alaycı bir tavırla söylendikten sonra kendisini kanepeye atıp olanları izliyordu. “Kızım biz, şey…” ve olanlar oldu. Arven’in annesi bir şırınga uyku ilacını Arven’in boynuna saplayıp onu uyutmuştu. Mina dehşet verici kahkahasını atarak yavaşça kanepeden doğrulmuştu. “İşte sizin gibi sahtekârlardan beklenen hareket. Bir görevi üstleniyorsunuz, kendi kızınızı ihmal ediyorsunuz ve işte mutlu aile tablosu. Daha ne diyebilirim ki?” Bir şırınga da Mina’ya saplayan Aida elindeki şırıngayı yere fırlatarak “Lanet olsun hepsi benim suçum” diyerek ağlamaya başlamıştı. Kocası yanına gelerek ona sarıldı “tatlım kendini bu kadar suçlu hissetmene gerek yok bu ikimizin göreviydi. İkimiz de suçluyuz ama şimdi bunu önlemeye çalışmak zorundayız. Hadi kızlarımızı korumak için gerekeni yapalım.”
Öncelikle Arven’i alıp evin alt katına, kilere indiler. Onu eski bir kanepeye yatırıp bağladılar ve kolundan da yavaş şekilde akacak türden narkoz vermeye devam ettiler. Üç gün boyunca onu orada tutmak zorundaydılar. Mina’yı ise odasına kilitlemişlerdi. Elleri ve ayakları zincirli ağzı da bağlıydı. Bu durum Aida’yı çok yıpratmıştı çocuklarına böyle davranmak onu çok üzüyordu. Kocasıyla sabaha kadar nöbetleşerek uyudular. Ara ara Mina’nın yanına girip onu sakinleştirmeye çalışıyor ona yemek veriyorlardı. Arven ise narkozun etkisiyle hareketsiz şekilde uyumaya devam ediyordu. İki gün boyunca aynı rutini takip ettiler. Gece Aida nöbetteydi ve aniden ev sallanmaya başladı. Koşarak alt kata indi. Sarsıntının sebebi Arven’di. Narkozun dozu artık etkili olmuyordu ve Arven’in gücü açığa çıkmaya başlamıştı.
Aida’nın kocası ve Mina da uyanmışlardı. Herkes dehşete kapılmıştı. Tüm sokak tüm semt büyük bir sarsıntıyla sallanıyordu.
“Arven. Kızım. Yıllardır seni arıyorum ve sonunda seni buldum. Kalk bu güçsüz insanlara kim olduğunu göster. Sen benim, kudretli Deman’ın kızısın kalk ve bu aptal insanlardan intikamımızı al.” Arven rüya ile gerçek arasında bir şeyler görüyor ve sarsılıyordu onun bu sarsıntısı da tüm semtte deprem etkisi meydana getirmişti. Deman da kimdi? Ne intikamı alacaktı? Arven sürekli sorularına bir cevap arıyordu. Tüm bitkinliğine ve halsizliğine karşı gelerek gözlerini açtı karşısında annesi ve babası birbiri ile konuşuyor ve yeniden narkoz dozunu ayarlamak için çabalıyorlardı.
“Bu sefer olmaz” diye bağırarak Arven güçlü bir enerji dalgası yayarak anne ve babasını odanın diğer taraflarına fırlatmıştı. Bilinci çok bulanıktı sanki onu başkası kontrol ediyordu. Arven uyuduğu ve rüya gördüğü kanaatindeydi. Ellerinden siyah ateşler çıkartarak evin sağına ve soluna püskürtüyor öylece devam ediyordu. Anne ve babası çarpmanın etkisi ile bayılmış Mina da elleri bağlı odasında çırpınıp duruyordu.
Arven’in göz halkaları mor renge bürünmüştü. Hiçbir şeye tepki vermeden gece vakti yürümeye devam etti. Yaydığı enerji elektrik direklerini kopartıyor evlerin camlarını patlatıyordu. Sokak boyunca arabaların alarmları ötüyor insanlar korku ve panikle evlerinden dışarı atıyorlardı kendilerini. Arven’in yüzündeki korkunç ifadeyi gören bayılıyor şehir adeta kaosu yaşıyordu. Uzaktan bir ses bağırmaya başlamıştı “Yardım edin! Demirhanların evleri yanıyor!” itfaiye çağıranlar, kovalarla su doldurup sıralar halinde Arven’in yüzünden yanan evlerini söndürmeye çalışanlar panik halinde harekete geçmişlerdi. Arven ise geçtiği yerleri yakmaya ve yıkmaya devam ediyordu.
“Neler oldu burada? Ev halkı ne durumda?” diye sordu bir adam. Mahalle halkından bir kadın cevapladı. “Siz buralarda yenisiniz galiba daha önce sizi görmemiştik.” Adam karşılık verdi “Evet, bugün geldim buralarda kardeşim Aida oturuyordu ama doğru yerde miyim bilmiyorum.” Kadın büyük bir üzüntüyle “Fransız Aida dan bahsediyorsan bu yanan ev onların evi. Kızları Arven yaktı diyorlar kendisi sokak boyunca ilerliyordu.” Adam kadına teşekkür ederek var gücüyle koşmaya başladı.
“Kahretsin! Arven nasıl bu güce ulaştı? Nasıl?” tarif edildiği yöne doğru koşmaya başladı adam. Yol boyunca devrilmiş arabalar, kopmuş elektrik telleri, çatlamış asfalt izlerine rastladı. İzler ormanlık alana gelince kaybolmuştu. Elini cebine atıp avuç içi büyüklüğünde bir metal çıkardı. Onu yukarı fırlattığında bir silaha dönüştü ve silahı dikkatlice kullanarak ormanı aramaya devam etti. Aniden başına bir cisim çarpmıştı. Arkasına döndüğünde büyük bir odun parçasını elinde tutan Arven’i gördü.
“Dur Arven, yapma! Sana yardım için deldim.” Arven başkasının etkisindeymiş gibi ürkütücü bir sesle konuşmaya başladı. “Seni tanıyorum. Jagar, kraliçenin sadık köpeği. Demek Arven’i buraya getiren sendin. Bugün burada öleceksin”
“Deman, ama bu nasıl olur?” dedi elindeki silahı Arven’e doğrultan adam.
Ürkütücü kahkahayı attıktan sonra Arven’i kontrol eden güç devam etti. “Gücümüz kızımla benim aramdaki kutsal bir bağ. Onun bedenini şimdi kontrol edebiliyorum fakat yakında tüm gücünü kullanabileceğim o zaman kraliçen ve mide bulandırıcı gezegeni de öfkeme teslim olacak. O muhteşem gün gelince Aventurine dönecek Jade kaltağını öldüreceğim. Tüm Sombrero artık bana itaat edecek. Bana. Yüce Deman’a”
“Bu dediğin asla olmayacak” Jagar silahıyla ateş ederek Arven’i bayıltmaya çalıştı sağa sola kaçarak kendini koruyan Arven ellerini birbirine vurarak mor bir dalga boyu yaydı ve Jagar’ı yere serdi. Tam onu öldürecekken güneş doğmaya başlamış ve ışınlar Arven’i kontrol eden Deman’ın kaçmasına sebep olmuştu. “Yakında, çok yakında döneceğim Jagar” Deman’ın gitmesiyle Arven yere yığılmıştı. Jagar ametist taşı yapımı bir bilekliği Arven’e takarak onu güvende olacakları bir yere götürmüştü. Sürekli olarak da Arven’in ailesinden haber almaya çalışıyordu. Arven gözünü açınca yavaşça başını tutarak doğruldu.
“Başım. Başım felaket ağrıyor. Neler oldu? Burası da neresi? Anne, baba orada mısınız?” Jagar yavaşça kendisini kapıdan göstererek “Arven güvendesin, sakin ol her şeyi açıklayacağım” yanındaki sehpada duran bir bardak suyu aniden Jagar’a fırlattı Arven.
“Sen de kimsin? Ne yaptın bana? Annem ve babam neredeler? Hemen konuş yoksa seni deşerim”
“Şuan bu haldeyken sana gerçekleri açıklayamam. Dinlenmek zorundasın ve lütfen sakin ol.” Arven daha da sinirlenmişti, sesini yakındaki insanlara duyurmak için var gücüyle bağırıyordu. Jagar ise telaşlanmış onu susturmaya çalışıyordu.
“Prenses lütfen sakin olun ben sizin için güvenilir birisiyim bana inanın.” O sırada sesleri işiten insanlar içeriye doluşmuşlardı. İçlerinden bir kadın Arven’e yaklaşmış elini tutarak gözlerinin içine bakmıştı. Kadın Arven de olumlu bir etki bırakmıştı.
“Hanımefendi lütfen beni buradan götürün. Bu adamı tanımıyorum ve beni alıkoyuyor.” Kadın Arven’e tebessüm ederek Jagar’a döndü. “Bu yaptığınız çağ dışı bir hareket. Sizin gerekli cezayı almanız için elimden ne geliyorsa yapacağım.” Arven sıkıca kadının elini tutuyor ve Jagar dan kurtulmanın verdiği huzuru yaşıyordu. Kadınla birlikte gelen adamlar “Siz gidin bayan. Biz burada gereken neyse yapacağız.”
“Sizin gibi iyi yürekli vatan evlatları olması ne büyük lütuf. Çok teşekkür ederim.”
Arven ile kadın birlikte üst kata çıktılar. O sırada Arven kolunda bir bileklik olduğunu fark etti. Çıkarmak için yeltendi ama kadın “Ametist taşına benziyor. Nadide taşlardandır. Senin rahatlamana yardımcı oluyor olmalı.”
“Siz kimsiniz bu arada? Bu taşların özelliklerini nereden biliyorsunuz?”
“Ben koleksiyoncuyum. Mücevher koleksiyoncusu. Türkiye’ye bu sabah geldim. Genelde Ametist taşının mücevherlerini alıp satıyorum büyük bir ilgim var da kendisine.”
Arven’in kafası iyice karışmıştı. “İyi ama bu bileklik benim değil, bana nereden geldi? Hem ailem neredeler? Onların yanında olmam lazım.” Kadın Arven’e gülümseyerek “sanırım aşağıdaki adam sen uyurken takmıştır, artık senin için niyeti neyse.” Arven o anda bir sapık tarafından kaçırıldığı kanısına varmıştı.
“Haklısınız efendim bu bileklik midemi bulandırıyor bunu size verebilir miyim?”
“Hmm. Bir şartım var bende olanların bir tanesiyle takas yapabiliriz. Senin için nelerimiz varmış gidip bakalım?” Kadın Arven’i yanına alarak arka odaya gitti. Oda siyaha boyanmıştı. Küçük ışıklarla dört köşeden Ametist yapımı mücevherler aydınlatılıyordu. Arven içeri girer girmez gözü kamaşmıştı. “Bu gerçekten de harika bir şey”
“Evet, tatlım öyledir. Neden bu kadar sevdiğimi anlamış olmalısın.”
“Sanırım anladım” dedi Arven tebessüm ederek. Gözüne yonca yaprak işlemeli ametistten yapılma bir kolye takılmıştı. Olamaz bu çok tatlı ama.” Kadın kolyeye doğru giderek cam fanusun içinden onu çıkarttı ve Arven’in boynuna astı. Bilekliğini de alıp oraya yerleştirdi. “Bu takas senin için sakıncalı mı güzel kız” dedi kadın.
“İnanmıyorum gerçekten bu kolye benim mi?”
“Tabi ki de senin. Bilekliğe karşılık kolye!”
“Ama bileklik benim değildi ki”
“Sonuçta senden aldım” Arven fanusun yanında duran altın saplı el aynasını kendisine doğru kaldırarak kolyenin üzerindeki duruşunu izledi. “Size minnettarım efendim bu gerçekten de güzel bir kolye ama dilerseniz ailemi bulmak zorundayım gitmem gerekiyor.” Kadın Arven’i dinledikten sonra “Haklısın hadi gidip bakalım, seni evine bırakayım.” Kadının kırmızı beyaz bir Mini Cooper’ı vardı. Birlikte yola koyuldular. Arven biraz etrafı izledikten sonra nerede olduğunu çok sürmeden anımsadı. Kadına yolu tarif ederek ilerlemeye devam ettiler. Sokağa geldiklerinde insanlar evlerine kaçışmaya başlamışlardı.
Evin önüne geldiklerinde ise her şeyin küle döndüğünü gördü. Gözlerine inanamamıştı. Bir grup insan yanlarına yaklaşarak taş atmaya başladılar Arven’e. Arven korku içinde insanlardan sakınmaya çalışıyordu. “Defol buradan cadı. Aileni bir gecede küle çevirdin, mahalleyi felakete sürükledin seni burada istemiyoruz defol!”
“Buradaki işimiz bitti sanırım arabaya bin Arven derhal buradan gitmeliyiz.” Arabada giderlerken Arven gözyaşlarını tutamadı. Ben onlara hiç bir şey yapmadım. Neden bana öyle söylediler. Evimize ne oldu? Kahrolası dün gece neler yaptığımı hiç hatırlamıyorum lanet olsun!”
“Sakin ol miniğim. Hepsini öğreneceğiz. Ama bugün olmadığı kesin.”
“O beni kaçıran adam. O pislik herif. Kesin o yaptı her şeyi. Zaten suratı köpek suratı gibiydi bir şeyler karıştırdığı belliydi. Onu öldüreceğim.” Kadın hiç konuşmamıştı. Eve geldiklerinde Arven adamın kendisini kaçırdığı yere gitti ve kapıyı yumrukladı netice alamayınca tekmelemeye başladı.
“Arven bugün onu götürmüş olmalılar. Burada olduğunu düşünmüyorum gel benim evime geçelim” Arven ağzına gelen bütün küfürleri kapıya bakarak söylemişti. Ağlamaktan gözleri ve yüzü şişmiş kocaman olmuştu.
Post a Comment